Dolar neden yükseliyor? (Türk lirası neden düşüyor?)

Zafer Atik
11 min readNov 6, 2020

500 yıllık soru

4 farkli dilde basılan Osmanlı Parası

2020'nin milyon dolarlık sorusunu cevaplamak için gelin hep beraber biraz geçmişe gidelim. Bir kaç yıl değil, şöyle birkaç yüzyıl geri gidelim.

Paranın değerinin düşmesi yani devalüasyonla ilk defa bundan 556 yıl önce, 1445 ‘de tanıştık. O sırada tahtta 12 yasında bir çocuk oturuyordu: Osmanlı tahtına iki defa çıkan ve tarihlere sonradan ‘’Fatih’’ olarak geçen İkinci Mehmed.

Varna savaşı sonrası askerlere verilmesi gereken para devlet kasasında yoktu. Bugün olduğu gibi, para basma yetkisi devlette olduğundan, yine bugün yapıldığı gibi, paranın değeri düşürülerek maaşlar ödendi. O dönemde paranın değerini düşürmek için paradaki altın ve gümüş oranı düşürülüyordu, bugün yeni para yaratmak için bir kaç tık yeterli oluyor.

Paranın değerinin düşmesi dolayısıyla asker ayaklandı ve 2. Mehmet tahtı babasına bırakmak ve Manisa’ya dönmek zorunda kaldı. 12 yasında hırslı bir genç olan Fatih’in paranın değerinin düşmesi konusuna uzunca kafa yorduğunu tahmin etmek zor değil.

Fatih’in yaşadığı dönem olan 15. yüzyıl ortalarında, dünyanın üretim merkezi bugün olduğu gibi Çin’di. Çin’den gelen mallar kervanlarla kara yolu ile İran ve Anadolu’yu takip ederek Konstantiniye’ye ulaşır, oradan Cenevizli tüccarlar aracılığı ile Karadeniz’e ve kara yolu ile Avrupa’ya ulaşırdı.

Bir diğer yol da Çin limanlarından Kızıldeniz’e, oradan da kervanlarla İskenderiye üzerinden Akdeniz’e açılırdı. Uzak Doğu’nun değerli mallarını İskenderiye’den Avrupa limanlarına Venedikli tüccarlar taşırdı.

Çin ve Hindistan Mallarını Anadolu ve Avrupa’ya taşıyan meşhur İpek Yolu

Fatih 1451 yılında yeniden tahta geçtiğinde kendisine ilk hedef olarak ticaret yollarını ele geçirmeyi belirlemiş olmalıydı. 2 yıl sonra ilk hedefine kısmen ulaştı, İstanbul’un fethiyle önemli bir ticaret düğüm noktasını kontrolü altına almıştı.

Kapalıçarşı’yı yaptırmak, Yahudi ticaret erbabını payitahta çağırmak gibi adımlar attı. Venediklilere de bazı imtiyazlar vererek, Memlüklerle yaptıkları İskenderiye ticaretini kendi başkentine yönlendirmeye çalıştı. Çok üzerinde durulmayan ama Fatih’in ne yapmaya çalıştığını anlamamızı sağlayan diğer iki önemli fetih ise Ceneviz ticaret kontrolünde olan, ipek yolu ticaretinde Karadeniz’e açılan önemli bir liman kenti olan Trabzon’un fethiydi. Yine Ceneviz kontrolünde olan bugün dahi stratejik önemi savaşlara sebep olan Kırım’ın fethi ile Cenevizlilerin ticaret üzerindeki egemenliği ortadan kaldırdı. Karadeniz ticareti tümüyle, yakın doğu ticareti kısmen Osmanlının eline geçmişti.

Ancak üretimdeki artışın fetihler kadar hızlı olamaması, Fatih’in 1479'da ilk altın sıkkenin bastırılmasına kadar geçen sürede 3 devalüasyon (tağşiş) yapmasına sebep oldu. Ancak 15. yüzyıl sonunda yakalanan finansal istikrar, Osmanlıyı 1516 Mısır fethine taşıdı.

Böylece eski ticaret yollarının tek hakimi konumuna gelen Osmanlı bir refah dönemi sağladı. Hatta paramız o kadar değerlendi ki, İranlı tüccarlar içindeki gümüş oranının yüksek olması sebebiyle doğu illerinde piyasadan akçeleri toplayıp kendi ülkelerinde sattılar. Fatih’in bastırdığı altın para ‘Sultani’ Venedik dukası gibi uluslararası bir para haline geldi.

16. yüzyıl ortalarına kadar bu finansal istikrar devam etti.
1500'lerin ortalarından itibaren limanlardan gelen gümrük gelirleri azalmaya başladı. Coğrafi keşifler nedeniyle İpek yolu eskisi kadar gelir getirmiyordu.Üretimde bir artış da sağlanamadı.

Bütçe açığı (ve üretim açığı), fethedilen bölgedeki hazine ile karşılanıyordu. Seferler sonrası gelen hazinenin bir kısmı genel bütçeye alınırken büyük bir kısmı da askerlere dağıtılıyor, böylece piyasada para bolluğu yaşanıyordu. Ordu bir anlamda dış ticaret açığını kapatan bir görev üstleniyordu.

Ancak Kanuni döneminde yapılan seferlerden yeterli gelir gelmedi. Özellikle büyük hükümdarın son dönemlerinde ekonomik sıkıntı çarşı pazarda hissedilmeye başlamış, halk Sultan Süleyman sefere gitmediği için sıkıntı olduğunu konuşmaya başlamıştı. Ne de olsa sefer kamu bütçesinden harcama anlamına geliyordu.

Viyana seferi, Hint seferleri gibi büyük harplerden el boş dönülünce, büyük bütçe açıkları oluştu. Dış ticaret açığını kapatacak bir enstrüman da kalmamıştı.

Büyüyen bütçe açığı, üretimin arttırılaması, sürekli dış ticaret açığı verilmesi gibi sebepler hazineyi (rezervler) boşaltınca, 1584'te büyük tağşiş denilen olay gerçekleşti. Tahtta oturan 3. Mustafa akçenin değerini %100 düşürmek durumunda kaldı.

Aynı yıllarda, Halveti tarikatı şeyhi Şeyh Suça’ya bağlılığı bilinen 3. Mustafa’nın , dönemin en ünlü anstronomu Takıyyüddin tarafından Tophane’de kurulan rasathanenin — meleklerin bacaklarının gözlenmesinin depremlere sebep olduğu gerekçesiyle- topa tutularak yıkılmasını emrettiğini de tarihimizden günümüze uzanan ibretlik bir olay olarak hatırlayalım.

Büyük tağdışten sonra başlayan finansal istikrarsızlık, Celalı isyanlarına mı sebep oldu yoksa Celalı isyanları mı üretimi düşürdü tarihçiler tartışadursun, sonuç olarak 17. yüzyıl boyunca üretim düştü, ticaret gelirleri azaldı, İran ile yapılan gereksiz savaşlar büyük verimsiz harcamalara sebep oldu. En nihayetinde, Avrupa’nın aydınlanma çağını başlattığı, Descartes’ler, Pascal’lar, Newton’lar yetiştirdiği yüzyılda, biz, isyanlar ve taht kavgaları ile uğraştık. Cehalet, gericilik, rüşvet ve yolsuzluk devleti tepeden tırnağa çürüttü ve yüzyılı 1699 Karlofça fiyaskosu ile bitirdik.

Peki ekonomik hayat nasil isliyordu?

Kural olarak ülkenin en zengini padişah, ikinci en zengini sadrazam olurdu. Ticaretle uğraşan insanlaran çok zenginleşen olduğu zaman da, bir punduruna getirilip, müsadere sistemi ile mallarına devlet tarafından el koyulurdu. Müsadere kısaca şuydu: hakkınızda bir suç uydurulur -ki muhtemelen doğrudur çünkü rüşvet ve yolsuzluk olmadan zenginleşmek mümkün değildir- işkence ile hazinenizin yeri öğrenilir sonra da boynunuz vurdurulurdu.

Nihayetinde Osmanli ekonomisi uretim ekonomisi degil, rant ekonomisiydi. Ekonomide rant dagitma yani mevki dagitma isi Vezir-i Azam’daydi. Gumruklere koyacagi memuru oradan alacagi rusveti pesinen tahsil ederek atardi.

Tüm gelir getirici işler devlet tarafından belirlenmiş ve sayıları kısıtlanmıştı. Bunun dışında bir girişim sahibi olmak ve para kazanmak imkansıza yakındı. Hangi mahallede kaç kahvehane açılacağından, kaç meyhane açılacağına kadar, gedik denen sistemle belirlenir, bu gedikler babadan oğula devredilir, bazen de para ile satılırdı.

Şimdilerde yüceltilen, Lonca denilen esnaf teşkilatlarına sonradan girmek imkansızdı. Ne kadar başarılı olursanız olun, bağımsız bir işletme açmanız ancak lonca ustalarından birisi hakkını çocuğuna değil de size devrederse mümkündü. Bireysel girişimcilik mümkün değildi. Dolayısıyla, üretim küçük atölye sisteminin ötesine geçemedi. Zaten belirli sayıda işletme ile rekabet eden, çoğu zaman rekabet dışı rant alanı yaratılan küçük üretim atölyeleri gelişme, üretimi ve kaliteyi arttırma ihtiyacı duymadılar ve kayboldular.

Vergi toplama hakkı da rant için satılırdı. İltizam denilen sistemle vergi toplama hakkı peşinen satılır, iltizam sahibi beylerbeyi de peşinen verdiği parayı çıkarmak için gittiği vilayette esnafı ve halkı soyardı. İstikrarsızlığın ve yolsuzluğun tavan yaptığı 17. yüzyılda bu yolla dolandırılan vezirler de oldu. 3 yıllık vergiyi peşinen hazineye ödeyip vilayetine giden beylerbeyinin bir ulakla görevinden alındığı da oldu.

Tum bunlarin sonucunda, sermaye birikimi olusmadi, cesitli yollarla sermaye kontrolu getirildi ve Turkiye’de bir burjuva sinif olusamadi. Zengin olmanin tek yolu devlette yukselmek ve rusvet almakti. Tanzimat’a kadar bu geri kalmis sistem ulkeyi tepeden tirnaga curuttu, fakirlestirdi.

Aynı dönemde Avrupa’da ne oldu?

Coğrafi keşifler öncesi Avrupa’da bir karabiber çuvalı size büyük bir konak, koca bir köy ve yüzlerce köle satın alabilirdi.

Portekizli denizciler yüzyıllardır geçilmez olduğuna inandıkları Cape Verde’yi geçtiler. Ümit burnu’nu da aşarak Hindistan’a giden yeni bir yol buldular.

Kilolarca altın değerindeki baharatı, Malezya ve Endonezya yerlilerine zil gibi değersiz şeyler vererek aldılar. Daha sonra bu haksız ticareti bile fazla bularak silahla bu topraklara el koydular.

İspanya Güney Amerika’da tarihin en büyük soykırımını gerçekleştirdi, tonlarca altın yağmaladı.

Artık Portekizli, İspanyalı gençler toprak ağalarının kölesi olmak yerine Okyanus’a açılmak, servet sahibi olmak istiyordu. Gidenlerin getirdikleri servet göz kamaştırıcıydı. Avrupa’nın elde ettiği servet muazzamdi.

Ancak bu servet tek başına yetersizdi, sermaye üretimi arttırmaya yetmiyordu. Güney Amerika’dan yağmalanan altınlar o kadar fazlaydı ki, İspanya’ da enflasyon patladı. İspanya’nın talep ettiği ürünler ise Fransa’da üretimi canlandırdı. Üreten burjuva sınıfı zenginleşti ve 1799'a giden süreç başladı.

İngiltere’de dokuma tezgahları ile üretime geçilmesi ise batının doğuyla olan rekabetinde batıyı öne geçirdi. Bir otomatik tezgahla, Çin’de yüzlerce işçinin ürettiği kumaşı daha kısa sürede daha ucuza ürettiler. İngiltere kumaşları dünyayı sardı. Artık Çin ile ticaret ve eski ticaret yolları, önemini neredeyse tamamen kaybetti.

Çelik endüstrisi ve buharlı makinaların icadı ise Doğu Batı rekabetinde son noktayı koydu. Avrupa dünyanın üretim merkezi oldu.Ticarette ve üretimde müslümanlar tamamen devre dışı kaldı.

Akçe’nin 300 yıllık serbest düşüşü

Peki aynı dönemde akçe’nin değeri nasıl değişti?

Gümüş değeri sürekli düşürüldü. 1547'den 1737'ye kadar 1 Venedik Dukası’nın değeri 60 akçeden 440 akçeye çıktı.

Şevket Pamuk https://sarkac.org/2019/06/osmanlida-enflasyon/
Halil Sahillioglu https://books.google.fr/books/about/%C4%B0ktisat_tarihi.html?id=Y6w8nQEACAAJ&redir_esc=y
Halil Sahillioglu https://books.google.fr/books/about/%C4%B0ktisat_tarihi.html?id=Y6w8nQEACAAJ&redir_esc=y

Avrupa’nın üstünlüğünü kabul edişimiz

1800 lu yıllara geldiğimizde artık Avrupa devletlerine düvel-i muazzama diyorduk, yani büyük güçler.

Nasıl demeyelim ki?

Adriyatik’ten Basra’ya uzanan geniş topraklarına rağmen, Osmanlı ekonomisi İngiltere ekonomisinin 6'da 1'i noktasına kadar gerilemişti.

Mahfi Eğilmez https://www.mahfiegilmez.com/2014/10/osmanldan-bu-yana-kisi-basna-gelir.html

Teknolojik olarak, buharlı makinalar, tren yolları, çelik ve tekstil ile rekabet edilemeyecek kadar ilerlediler. 1800'lu yıllarda Osmanlı temel tarım ürünleri satarak Avrupa’dan tüketim maddeleri alıyordu. İlgiltere ve Fransa’ya yaptığımız ihracat kalemleri tamamen ham maddelerden oluşuyordu.

Nevin MEMİŞ — 19. Yuzyil Osmanli Imparatorlugunda Ekonomik yapi ve dis ticaret
Nevin MEMİŞ — 19. Yuzyil Osmanli Imparatorlugunda Ekonomik yapi ve dis ticaret

İthalatımız ise sanayi ürünlerinden oluşuyordu.

Bu teknolojik fark, dış ticaret açığına sebep oluyordu. İhracatın ithalatı karşılama oranı %70–80'ler seviyesindeydi. 2000–2020 arası dönemde Türkiye’de ihracatın ithalatı karşılama oranının %60–70 arası olması ne kadar acı.

Şevket Pamuk https://www.pandora.com.tr/kitap/19-yuzyilda-osmanli-dis-ticareti/25790

Osmanlı kuruşunun değeri ne mi oldu dersiniz? Tatlı tatlı düşmeye devam etti:

Charles Issawi Economic History of Turkey http://ktp.isam.org.tr/pdficn/211385ic.pdf

Reform çabaları
1700'lu ve 1800'lu yıllarda, savaşlarda alınan ağır mağlubiyetler birşeylerin ters gittiğini gösteriyordu. Ülkenin geri kaldığını görenler orduyu modernleştirmeye giriştiler.

Ama hem askeri hem ekonomik alanda ipleri ellerinde tutan Bektaşi tarikatına bağlı Yeniçerileri, modern askeri standartlara getirmek mümkün olmadı. Çeşitli reform denemeleri çıkar gruplarını rahatsız ettiği için kanlı isyanlarla sonuçlandı.

Toplum olarak geri kaldığımızı kabul etmemiz 250 yıl sürdü.
Ordudan tarikatları temizlemek için, İstanbul Aksaray’daki ordu karargahlarını topa tutmak, binlerce yeniçeriyi katletmek, kalanları tek tek peşlerinden gidip idam etmek gerekti.

Ancak böylece 1839'da Tanzimat’da ilan edilebildi. Tanzimat asıl olarak devletin özel mülkiyet hakkını tanımasıydı. İltizam sistemi ve keyfi idamlar sona erdirildi. Tüm Osmanlı vatandaşlarına eşit haklar verildi.

Ancak düzenlemelere rağmen devlet vergi toplayamıyordu. Kaybedilen savaşlar bütçede büyük açıklara sebep oluyordu. Rusya ile yapılan Kırım savaşı için çok büyük bütçe harcamaları yapıldı. Dış ticaret açığının ve bütçe açığının kapatılması için ilk kez dış borçlanmaya gidildi.

Borç sarmalı

Kolay bir finansman yöntemi bulan Osmanlı yönetimi, dış borçlanmayı çok sevdi. Daha önceden onur kırıcı olduğu için istenmeyen dış borç, bütçe giderlerini karşılamanın yöntemi haline geldi.

YENİAY, İ. HAKKI https://www.nadirkitap.com/yeni-osmanli-borclari-tarihi-yeniay-i-hakki-kitap4560454.html

Peki alınan borçlar sanayi yatırımlarında mı kullanıldı? Hayır.
Büyük saraylar inşa edildi. 16. Yüzyılda süpe güç olan Osmanlı mütevazı Topkapı Saray’ına sığarken, Avrupa’nın hasta adamı Osmanlı, İstanbul boğazını çevreleyen onlarca saray ve kasıra sığamadı. İstanbul boğazı yalılar ve saraylarla doldu.

Taşıma suyla değirmen dönmeyeceğinin anlaşılması için büyük felaketler gerekti. Elalemin silahıyla girilen savaşlarda büyük bozgunlar yaşandı. 1877'de 93 harbi denilen büyük savaş başladı. Plevne savunması gibi tarihe geçen kahramanlıklar yeterli olmadı. Büyük topraklar kaybedildi. 1 milyona yakın göçmen mallarını mülklerini bırakıp yollara düştü. Rus ordusu İstanbul’un kapısına dayandı. İngiltere’nin Rusya’yı tehdit etmesiyle Rusya ateşkesi kabul etti. Osmanlı için büyük bir bozgundu.

Savaşlar sonunda korkunç bütçe açıkları veren, üretim kapasitesi düşen, sanayi ve eğitime yatırım yapmayan Osmanlı doğal olarak iflas etti. Alacaklı devletler Duyun-u Umumiye’yi yani borçlar yönetimini kurdular. Devletin bazı gelirlerini kendi yönetimlerine aldılar. Devletin vergi yonetimini IMF’ye vermek gibi bir durumdu. Osmanlı artık yarı sömürgeydi.

Sultan Abdülhamit başarılı pazarlıklar sonucu borcu çok avantajlı bir şekilde yapılandırdı. Eğitim ve sağlık yatırımları yapıldı. Altyapı yatırımları ile ticaret canlandı. Dış ticaret açığı kapatıldı, hatta bazı yıllar ticaret fazlası verildi.

Sultan II.Abdulhamit dönemi dış ticaret verileri https://www.pandora.com.tr/kitap/19-yuzyilda-osmanli-dis-ticareti/25790

Ancak sansür ve baskılar aydınları bezdirmişti. Konuşamayan toplumlar bir noktada patlarlar ve bu korkunç felaketlere sebep olur. II. Abdülhamit gidişatı görerek kontrollü bir şekilde parlementer sisteme geçiş yapabilirdi ama olmadı. II. Meşrutiyet’e karşı çıkan 31 Mart ayaklanmasını, Hareket ordusu bastırdı, darbe yaparak II. Abdülhamit’i tahttan indirdi ve ittihatçılar yönetime el koydu.

Darbe ülkeyi 30 yıl geri götürdü. Balkan Savaşı bozgunları yaşandı. Milyonlarca Türk Balkan coğrafyasından sökülüp atıldı, 1. Dünya savaşında milyonlarca vatan evladı kaybedildi. Cumhuriyet kurulana kadar korkunç insanı felaketler yaşandı. Toprak kayıpları ve üretim kayıpları korkunç boyuttaydı. Cumhuriyet kurulana kadar yaşananlar malum.

Cumhuriyet Dönemi
Şimdilerde çok tartışılan Lozan’da ana hedef kapitülasyonları ortadan kaldırmaktı.

Kapitülasyon kısaca şuydu: Yabancılar mallarını Osmanlı pazarına gümrüksüz satarlar. Yabancılar ticari anlaşmazlık yaşarsa sorunlarını Osmanlı hukuk sistemi içinde değil, kendi hukuk sistemleri içinde çözerler.

İstanbul’da yabancıların kendi mahkemeleri vardı!

Lozan’da temel anlaşmazlık kapitülasyonlar meselesiydi. En nihayetinde iki taraf da bazı tavizler verdi, Lord Curzon 5 yıllık süre sonunda kapitülasyonların kaldırılmasını kabul etti.

Kapitülasyonların devam etmesi ve savaşlar sebebiyle üretimde düşüşler olması sebebiyle Cumhuriyetin ilk 5 yılında, ihracatın ithalatı karşılama oranı düşük kaldı.

1929'dan sonra Türkiye dış ticaret fazlası vermeye başladı. Yatırım malları ithalatı yapıldı. Eğitim, sağlık ve sanayi yatırımları yapıldı. 1947 yılındaki Marshall yardımlarına kadar dış ticarette olumlu tablo devam etti.

1949'da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın rezervinde 142 ton altın vardı. 167 Milyon dolar yapıyordu.

Toplamda 150 milyon dolarlık Marshall yardımları için sanayi hamlesinden vazgeçildi. Gümrükler düşürüldü. Türkiye Amerikan yardımı adı altında Amerika’ya bir anlamda kapitülasyon vermiş oldu. Karşılığında NATO’ya alınarak Sovyetlere karşı “korundu”.

1950–1960 arasında Menderes hükümetleri “Liberal” politika uyguladılar. Türkiye tekrar yabancılar için karlı bir pazar oldu. Ülke yabancı ürünlerle doldu, halk “bolluk” gördü. Amerikan arabalarına asfalt yollar yapmak için tarihi İstanbul’un üstünden dozerlerle geçildi, sanat eseri camiler yıkıldı.

Uçak fabrikası kapatıldı, Amerika zaten uçak verecekti, gerek yoktu!

1946 Türkiye’nin dış fazla verdiği, yani ürettiğinden az tükettiği ve kasasına para koyduğu son yıl oldu. 1946'da %180 olan ihracatın ithalatı karşılama oranı, Amerika’nın 1974 Kıbrıs harekatından sonra koyduğu ambargo ile %29'lara kadar düştü.

1970'ler Türkiye’nin 70 cente muhtaç olduğu günlerdi. Enerji harcamalarını karşılayacak kadar bile ihracat yapamayan bir ülkeydik artık. Artan enflasyon, sosyal sorunları beraberinde getirdi.

1980 darbesi ile 2001 arası yine dış ticaret açığı verdiğimiz, ekonomik krizlerle dolu bir dönemdi. Kronik enflasyon sonucu binlerce lirayla ancak sakız alınabiliyordu. Hayatımıza milyonlar girmişti.

100,000 liralik bozukluklar

2001 sonrası değişen pek birşey olmadı. Dünyadaki kredi büyümesinden Türkiye de nasibini aldı. Bol bol borçlandık. “Dış ticaret açığı finanse edildiği sürece sorun olmaz” diyen ekonomi anlayışı hakim oldu.

Borçlarla ne mi yaptık?

Üretimde artış sağlamayan yatırımlar yaptık. En lüks Alman arabalarıni, en lüks cep telefonlarını aldık. Yerli beyaz eşyalara burun kırıvıp, 48 taksitle Alman malı çamaşır makineleri aldık. Mimari değeri olmayan dev beton camiler yaptık, kimsenin geçmediği 10 şerit yollar, boş duran dev havalimanları yaptık.

2001–2018 arası korkunç cari açık

Bundan sonra ne mi olur?

500 yıldır ne oluyorsa o olur.

Üretmeyen, teknolojik altyapısı yetersiz, gençlerine kaliteli eğitim vermeyen bu rant ekonomisi doğal olarak krizler üretir. Türk parasının değeri düşürülür.

Haketmeden, ürettiğinden fazlasını tüketen toplum günün birinde hesap önüne konduğunda borcunu öder. Öyle veya böyle öder.

Çözüm mü?

Çözüm basit, 500 yıllık tarih bize ne yapılması gerektiğini apaçık gösteriyor:

1- Devlet ve ordudan tarikatları temizleyin.

2- Gereksiz savaşlara girmeyin.

3- Demokrasiden taviz vermeyin.

4- Dış ticaret fazlası verin.

5- Kaynaklarınızı eğitime yatırın.

6- Milli teknolojiyle, milli sanayi kurun.

“Çalışmadan, yorulmadan ve üretmeden, rahat yaşamak isteyen toplumlar; evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.”

Mustafa Kemal ATATÜRK

--

--

Zafer Atik

Business development consultant helping companies finding markets and grow sales. Interested in history and economics. Living between Paris and İstanbul.